YETERİ KADAR…

Farkettim de, aslında ben 2. karantinamı yaşıyor gibiyim. Antrenmanlı sayılırım yani…”O nasıl oluyor?” diye soracaksınız. Haklısınız. Hemen anlatayım.
Hatırlarsanız bir dönem ülkemizde arka arkaya terör saldırıları yaşamıştık. Böyle zamanlarda ilk önce müzik durur. Benim de işlerim uzun süre durmuştu. Konserlerim arka arkaya iptal oluyordu.
Eğer popüler müzik yapmıyorsanız öyle büyük paralar dönmez bizim sektörde. İşler iyi gittiğinde akıllı davranmalı ve paranızı kenara koymalısınız. Çünkü, hele Türkiye gibi bir ülkede, bir anda gündem değişebilir ve o paraya çok ihtiyacınız olur.
Yani biraz para biriktirirsiniz, sonra onu harcarsınız, sonra tekrar biriktirirsiniz falan… Anladınız siz…
İşte tam birikimimin sonuna gelmişken Alaçatı’dan bir iş teklifi geldi. 2016 Mart. Sezon da başlamamış yani. “Nasıl olacak? Dolar mı, dolmaz mı?” derken 2. programdan itibaren sahne aldığımız restoranda adım atacak yer kalmamaya başladı. O kadar kalabalık oluyordu ki, insanlar dinleyebilmek için barın üzerine oturuyorlardı. Çok güzel günlerdi…
Hem manevi olarak müthiş bir tatmin ve mutluluk yaşarken hem de ufak ufak tekrar para kazanmaya başladım. Fakat Temmuz ayına geldiğimizde aniden her şeyi değiştiren o darbe kalkışması ve tüm işlerin yeniden durması ve belirsizlik…
İşte benim ilk karantina günlerim böyle başladı. Az param var, bütün işler iptal ve bir daha ne zaman çalışabilirim belli değil… Aynı bugünkü gibi yani…
Zamanımın çok büyük bir kısmını, neredeyse mecbur ya da davetli olmadıkça dışarı çıkmadan evde geçirdim haftalarca.
Önce hemen oturup bütçe yaptım. Hayatımı devam ettirebilmem için asgari düzeyde nelere ihtiyacım vardı?
Daha sonraki günlerde hayat duruşumu da belirleyecek olan “Yeteri kadar” kavramı o dönemde girmiştir hayatıma.
İşte, Koronavirüs için evlerimizden çıkmadığımız bugünlerde, o zaman öğrendiğim ve alışkanlık haline getirdiğim şeylerin müthiş faydasını görüyorum…
Mesela…
Günün sonunda her şeyimi kendim yapabilecek büyüklükte tutuyorum hayatımı. Temizliğini kolaylıkla yapabileceğim büyüklükte bir ev gibi… O zaman da evim 2 odalı, küçük bir evdi. Şimdi daha da küçüldüm, stüdyo dairede yaşıyorum. Yardımcımın gelemediği bugünlerde işim daha da kolay…
Sahip olduğumuz her şey ilgi ve bakım ister. Eşyaların tozu alınmalıdır, kıyafetler yıkanıp ütülenmelidir vs… Ne kadar az şeye sahip olursam, o kadar az emek harcadığımı, bana daha fazla zamanın kalacağını fark etmiştim.
Arkadaş tavsiyesiyle Marie Kondo (araştırın) kitaplarını da okuyunca taşlar yerine oturdu. Artık sadece bana mutluluk veren, yeteri kadar eşyayla çevrili bir hayatım var. Ve bu alışkanlığım da bugün çok işime yarıyor.
O günlerde dışarıyla bağım kesilince (inanın arkadaşlarımı ararken tereddüt ediyordum, gel bir kahve içelim derlerse diye, çünkü bütçemde böyle şeylere yer yoktu) kendimle başka türlü bir arkadaşlık, yoldaşlık geliştirmiştim.
Kendimle kahve içiyordum, kendimle sohbet ediyordum, kendimle masa kurup başbaşa yemek yiyordum, bir kitap okuyup kendimle üzerinde tartışıyordum…
O zaman size anlatsam bunları, deli derdiniz belki, ama şimdi hiçbiriniz yadırgamıyorsunuz değil mi?
Yani, kendimin en iyi arkadaşı olmam gerektiğini o günlerde sezmiştim. Ama söylemeliyim, bugün bunu o gün olduğundan daha iyi yapabiliyorum…
Sözün özü, yeteri kadar uyumak, yeteri kadar yemek yemek, yeteri kadar hareket etmek, yeterli büyüklükte bir hayata sahip olmak insanı her anlamda hafifletiyor.
Bu düşünceyi her alana uygulayabilirsiniz. Sizin için neyin “yeteri kadar” olduğunu, yettiği yerin neresi olduğunu belirleyen yine siz olabilirsiniz ve bu da ancak kendinizle dost olursanız mümkün.
Bana göre bu devrin konusu budur… Tam da önümüz Ramazan… İyi değerlendirmeniz dileği ile…
Müzik önerisi: Sana Bana Yeter – Ajda Pekkan
10 Nisan 2020, İstanbul