
Yaşım neredeyse 42… Dünkü Zeynep değilim…
Ayıp olmaz bana, arayıp sormasan… Her gün sesini duymasam dünyam yıkılmaz… Yokluğunda kalbim kırılsa da onarmam öyle fazla zaman almaz…
Yapman gerekenler listene ek olmak istemem. Öylesi asıl yaralayan… En çok istediklerinden olmak isterim ben senin… Benden sorumlu değilsin… Yalnızlığımda güçlenirim bilirsin…
Aradan çıkarma beni… Geçiştirme… Hakkını ver duygularının eğer varlarsa… Hakkını ver bu anın senin de için coştuysa… Hakkını ver… Hakkımı ver…
Bana gelmek istediğin için gel… özlediğin için çağır… Mecburiyetin olmayayım senin… omuzundaki yük…
Ayıp olmaz bana, arayıp sormasan…
En fazla özlerim seni… çok özlerim… içim sızlar… biraz ağlarım…
Sonrası sabah… Odama doğan güneş… Yepyeni bir gün…
Yaşım neredeyse 42… Dünkü Zeynep değilim…
Müzik önerisi: I Get Along Without You Very Well – Chet Baker
7 Haziran 2020, İstanbul

Bir zamanlar…
Erkenden telaşlı uyanışlar… Mükellef bayram kahvaltısı. Tavada sucuklar, yumurtalara ekmek banmalar. Annem, babam, kardeşim…
Babamın gergin “Hadi!”leri, annemin bir türlü hazırlanamayışları, kardeşimin komiklikleri, puantiyeli rugan ayakkabılarım…
Arabanın arka koltuğu, trafiğin yoğunluğu, babamım söylenmeleri, annemin arabanın aynasında ruj sürmeleri…
Üsküdar…
Babaannem… Canım babaannem… Dedem, amcalarım, yengem, kuzenim… Bana o zaman kocaman gelen küçücük bahçe, incir ağacı… Babaannemin ince ince, kat kat açtığı ıspanaklı börek, fırından yeni çıkan büryanın kokusu… Uzayan muhabbetlerde can sıkıntısı, beni sıkıntıdan kurtaran, bakmaktan bıkmadığım dedemin hayvanlar alemi ansiklopedisi… Kolonya kokusu… Kutu kutu çikolatalar… El öpmeleri, bayram harçlıkları…
Sonra Suadiye…
Saat kaçta gidersek gidelim geç kaldık diye söylenen anneannem ve bir tek onun ağzına yakışan küfürler. Ah o tatlı küfürler! Hepimiz ordayız diye neşeyle tüm evde çınlayan sesi! Dayılarım, yengem, kuzenim… Mutlaka fırında tavuk ve iç pilav… Dayımın 2 parmak rakısı, diline dolanan son günlerin şarkısı… Gizli arka oda sohbetleri… Masa başı gülüşmeleri… Dolu mideler, yüzlerde gülümsemeler…
Bugün…
Ben… Tophane-i Amire… Mermer masa… Bir dilim beyaz peynir… 2 parmak rakı… Dilimde eski bir şarkı…
Bugün hüzünlü oldu biraz. Yarına geçer…
Bayramlar içimde bir burukluk. Yine de anılar güzel…
Müzik önerisi: Dilek Taşı – Gülden Karaböcek
12 Mayıs 2020, İstanbul

Merhaba canım Zeynepciğim,
Nasıl olduğunu sormayacağım. Çünkü iyisin görüyorum. Çok daha iyisin. Bu süreç çok iyi geldi sana. Çok zor günlerin oldu, ağlarken avaz avaz bağırmak istedin, komşulardan çekindiğin için yapamadın. Hepsinin farkındayım.
Ama artık 2 ay öncesine göre daha farklı bakıyorsun hayata. Bir tarafın yeni Zeynep’i yaşamak için insan içine çıkmak istiyor, bir tarafın ise büyünün bozulmasından korkuyor. Evet büyü gibi geliyor sana bugünler. Ama birazcık daha yolumuz var. Az daha sabır…
Şimdi senden yerinden kalkıp köşedeki beyaz dolabın üzerinde duran çerçeveyi almanı istiyorum. Hani içinde senin çocukluk resmin olan. Evet o… Hani sahilde, kumlarda oynuyorsun…
Baban küçükken fotoğraflarını çekmeyi ne severdi, hatırlıyor musun? Bu fotoğrafı da o çekmişti. Onu o kadar çok severdin ki, onun hatrına gülümsemişsin kameraya.
Nerden mi biliyorum? Fotoğrafa daha yakından bakar mısın? O küçük kızın gözlerinin içine bak. Kaçırma gözlerini. Lütfen dikkatli bak. Derinlerdeki hüznü görebiliyor musun?
Farkedilememenin, derdini anlatamamanın, desteklenmemenin, arka planda kalmanın, övülmemenin, bir türlü kendini gösterememenin, heveslerinin kursağında kalışının hüznünü… Tanıdık geldi mi?
Aynaya baktığında hala aynı hüznü görüyorsun değil mi? Tabi ancak durup gözlerinin içine bakmaya cesaret ettiğinde…
İşte insan içine karışmadan, kalan karantina günlerinde bu konuyu artık çözmemiz gerekiyor…
Çünkü sen hala o küçücük, tek derdi sevilmek ve onaylanmak olan bu kızı cezalandırıyorsun. Ona büyürken ne söylendiyse, sen de aynılarını tekrarlıyorsun her gün!
“Sen sus!”, “O kadar da başarılı olduğunu sanma”, “Sen kendini ne sanıyorsun?”, “Başaramadın ve başaramayacaksın”, “Senden şarkıcı olmaz”, “Bak falanca neler yapmış”… Bu kızcağız hala bu lafları işitiyor!
Bu lafları ona söyleyenler yaptıklarını farkedip, gelip özür dileyip onu hapsettikleri karanlıktan çıkaracaklar falan mı sanıyorsun? Dost acı söyler ama daha çok beklersin!
Bunu tek bir kişi yapabilir. O küçük kızı tek bir kişi gerçekten sarıp sarmalayabilir artık! O da sen!
O halde bazı kararlar almanın, bu gidişi durdurmanın tam zamanı!
İlk hatırlaman gereken, bunun senin görevin olduğu ve başkalarının sözlerinde, gözlerinde sadece küçük, kısa, geçici teselliler bulabileceğin. Onlardan destek almanda sakınca yok ama bu iş senin işin.
Ve bundan böyle kendine sert sözler söylediğini farkedersen bil ki o sözler senin değil, başkaları söylemislerdi sana onları zamanında, sana öyle öğrettiler. Ama artık sen kendi cümlelerini kurmak zorundasın!
Hatırlıyor musun, küçükken ağlamaklı olduğunda kafan hafif öne düşer, alt dudağın da öne doğru uzardı. O küçük kıza hala öyle oluyor bu sert sözleri duyduğunda.
Kendini bu sözleri tekrar ederken bulduğunda hemen dur, sevkatle gülümse, küçük Zeynep’ten özür dile ve ona sarılıp kocaman bir öpücük kondur yanağına.
İnan bana onun en baştan beri istediği tek şey buydu zaten… Aslında bu kadar basitti…
Anlaştık mı?
Müzik önerisi: Greatest Love of All – George Benson
12 Mayıs 2020, İstanbul

Bu mesleğe, yani şarkı söylemeye başlamam o kadar da kolay olmadı. Birçoğunuzun müzisyen bir babayla ne kadar zor olabileceğiyle ilgili soruları olacağını tahmin edebiliyorum. Seve seve cevaplarım da… ama o başka bir yazının konusu olsun. Bu yazının mevzusu başka…
Dediğim gibi, zor oldu, kendime inanmam zaman aldı ama çıkış noktam şuydu: Bu benim çocukluk hayalimdi ve ben bu işe hayalimi gerçekleştirmek için, yani kendim için başladım. Merkeze de kendimi koydum. İşimi iyi yaptığımda iyi hissettim kendimi. Tabi bir de iyi hissettirdiğimi gördüğümde…
Müzisyenlik, sahneye çıkmak zor iştir. Türkiye şartlarında da zordur, kadın olarak yapmak da zordur… Ama şimdi bunlardan şikayet edecek değilim. Ben bütün bu zorluklara çocukluğumdan itibaren şahit oldum, bu mesleği bile bile seçtim. Çünkü şikayete bir başlarsam konu çok, o zaman da git başka iş yap derler adama… Ona da pek niyetim yok…
Ama şikayetim olmaması, küçük serzenişlerimin olmayacağı anlamına da gelmiyor…
Sizler, en iyi halimizle görmek istiyorsunuz bizi. En güzel kıyafetlerimizi giyip, yüzümüzde kocaman bir gülümsemeyle çıkıyoruz karşınıza. Gecenin en büyük amacı, sizleri mutlu etmek, kendinizi iyi hissetmenizi sağlamak oluyor. Biz de sizlerin yüzlerinizdeki o güzel ifadelerden, alkışlarınızdan besleniyoruz. Dedim ya, iyi hissetmek kadar hissettirmek de güzel…
Ama siz, kötü günde ilk önce bizleri gözden çıkarıyorsunuz. Bir anda unutabiliyorsunuz! Bizim mesleğimiz eğlenceyle ilişkilendiriliyor ve böyle günlerde eğlencenin hiç de sırası olmuyor! Bir çeşit iyi gün dostluğu yani aramızdaki!
Aklınızda hep bizim en iyi hallerimiz var. Hani şu süslenip püslenip, sizi eğlendirdiğimiz hallerimiz. Bizim de üzülebileceğimizi, umutsuzluğa kapılabileceğimizi, dertlerimizin olabileceğini, ihtiyaçlarımızın olabileceğini, sorumluluklarımızın olabileceğini hiç hesaba katmıyorsunuz.
Evet bunların hepsi bize de oluyor. İnanmayacaksınız ama biz de kira ödüyoruz, çocuk yetiştiriyoruz, markete gidiyoruz… Bizim de faturalarımız var…
Şimdi hiç inanamayacaksınız ama bu salgın sonrası en son çalışmaya başlayacak olan sektör de bizimki gibi gözüküyor. Valla!
Çünkü bizim şarkılar söyleyebilmemiz için insanların biraraya gelebilmeleri gerekiyor. Yani kötü günlerin geride kalması, iyi günlerin gelmesi gerekiyor…
Oysa biz yine evlerimizden sizlere canlı yayınlarla ulaşıyoruz ve bunu yaparken hiçbir karşılık beklemiyoruz. En iyi halimizle, yüzümüzde yine bir gülümsemeyle, sizlere umut oluyoruz, iyi hissettiriyoruz… Kötü günümüzü belli etmeden, kötü gününüzü iyileştiriyoruz…
Oysa ne kadar az insan bizim şartlarımızdan bahsediyor değil mi?
İyi hissetmek için bize ne kadar ihtiyacınız olduğunu görüyor musunuz? Bizi ihmal etmenin, kendinizi ihmal etmek olduğunun farkında mısınız?
Ne diyeyim… Şu iyi günler bir an önce gelsin de, daha çok düşünün bizi… O zaman iyi hissetme sırası belki bize de gelir…
Müzik önerisi: Bir Artist – Neco
(Bu yazının müzik önerisi ancak bu şarkı olurdu… Mehmet Teoman’ın yazdığı sözler dolayısıyla:
Biz herkesten başka türlü yaşıyorduk
Yarı aç, yarı tok şu piyanonun başında
Çaldığımız her notanın ışığında
Bir artistin hayatını oynuyorduk
Biz dünyayı başka türlü görüyorduk
Yorgun, soluk bir ampulün loşluğunda
Geleceğin en güzel alkışlarına
Ölümsüz bir artisti hazırlıyorduk)
1 Mayıs 2020, İstanbul

En çok sabahları seviyorum!
Bütün ihtimallerin cıvıl cıvıl önümde olmasını ve henüz hiçbir seçim yapmamış olmayı…
Perdeleri açtığımda güneşin doğuşunu, manzaramın alacalı bir renge bürünüşünü yakalayabilmeyi.
Gözümü açmadan bir an için seninle uyanmış olmayı düşünmeyi… Yanımda olmasan da seni düşünmeyi…
Nerden aklıma düştüğünü bilmediğim bir şarkı mırıldanmayı… O şarkıyı telefonumda bulup yataktan çıkmadan dinlemeyi…
*O anın bir fotoğrafını çekip paylaşmayı… *Fotoğrafa yazdığım karantina günü sayısının büyümesinden tuhaf bir gurur duymayı… İçimdeki neşeyi, kirlenmemiş umudu, korkusuzluğu…
Henüz karnım düzken ne yiyeceğime karar vermeye çalışmayı. Evi saran kahve kokusunun iştahımı iyiden iyiye açmasını… Yoğurtları… Meyveleri… Tereyağlı kızarmış ekmekleri…
Anı, kendimi yaşamayı, düşüncelerim henüz hızlanmamışken aklımdan geçenleri farkedebilmeyi…
Bugüne bıraktığım her işi tamamlayabileceğime inanmayı. En doğrusunu seçebilecek olmayı… Hatasızlığı, saflığı, masumiyeti…
Ve senin bütün bunların farkında olmanı… Uyanışlarıma sebep olmanı…
En çok sabahları…
Müzik önerisi: In the Wee Small Hours of the Morning – Stacey Kent
27 Nisan 2020, İstanbul
*Koronavirüs dolayısıyla eve kapandığımız 16 Mart’ı birinci gün kabul ederek, her sabah uyandığımda bir fotoğrafımı çekip gün sayısıyla birlikte 1000 gün süreyle Instagram hesabımdan paylaştım. Dilerseniz Instagram profil sayfamdaki öne çıkanlar bölümünde bulabilirsiniz.

Nasıl bir gün olur geldiğin gün?
Nasıl uyanmışımdır o sabah? Uykumu almış mıyımdır? Kahvaltıda ne yemişimdir? Çay mı demlemişimdir kahve mi? Yürüyüşe çıkabilmiş miyimdir? Yoksa tembelliğim mi üzerimdedir?
Televizyon seyretmeme kararı alıp kitap okumaya niyet etmiş miyimdir yine? Başarmış mıyımdır? Okuduğum kitabı sevmiş miyimdir peki? Çok güneş var diye perdeleri çekmiş miyimdir?
#onbirkahvesi ‘nde yine seni düşünmüş, seni anlatmayan şarkıları geçmiş, seni anlatanları yarı gülümseme yarı hüzünle ben de söylemiş, sonra da senin için bir şiir seçmiş miyimdir?
Nasıl bir gün olur geldiğin gün?
Tenim yanık mı olur mesela? Çok mu sıcaktır hava? O kadar bekler misin? Tiril tiril bir elbise mi olur üzerimde? Ayağımda sandaletler?
Aç mı gelirsin yoksa tok mu? Evde yemek olur mu? Hmm… Acaba yemek yemeye fırsat olur mu?
Hissettirir misin önceden geleceğini peki? O gün mesajlaşmış olur muyuz mesela? Yoksa ansızın kapımı mı çalarsın?
Kapıma kadar seni getiren cesaretin, zili çalarken kayıplara karışır mı? Elin ayağın birbirine dolaşır mı?
Nasıl bir gün olur geldiğin gün?
“Gelir misin?” diye sormuyorum. Gelişini hayal etmenin heyecanını, seni beklemeyi seviyorum…
Müzik önerisi: Bir Gece Ansızın Gelebilirim – Emel Sayın
25 Nisan 2020, İstanbul

Merhaba canım, güzelim, bitanem…
Farkındayım son günlerde biraz fazla yükleniyorsun kendine. O yüzden sana elinin altında bulunsun, istediğin zaman açıp oku diye yazmak istedim bu satırları…
Kolay bir hayatın olmadı. Daha çocuk yaşlarından itibaren çok şey yaşadın. Ama hep güçlü göründün. Mantığını kullanarak aldığın kararlarla da gücünü kanıtladın, övgü aldın.
Aslında içinde fırtınalar koptu, dışardan kimsenin haberi olmadı. O kadar güçlü göründün ki, yaşadığın sıkıntılar küçüldü herkesin gözünde. Zeynep nasılsa hallederdi… Zeynep nasılsa bunun da üstesinden gelirdi…
Ama her biri sende derin yaralar açtı! Açmış… Yeni görüyorsun…
Aslında kendini bırakmak istiyorsun. Güvenli bir liman arayıp duruyorsun. Ve bu güvenli liman için ne kadar taviz verdiğini, kendinden zaman zaman ne kadar vazgeçtiğini görüyorsun. Senin yanında olsunlar, seni kabul etsinler, beğensinler, onaylasınlar istiyorsun. Ait olmak istiyorsun… Ve bunun için her şeyi yapmaya hazırsın… Yapma…
Orada arkadaşının alınacağı bir şey yoktu ki! Senin niyetin hiç de onun anladığı gibi değildi. Neden yine de suçlu hissettin kendini? Neden yapmadığın bir şeyi telafiye kalkıştın? Hem de tamamen sana ait, seninle ilgili olması gereken bir anda? Her seferinde senden beklendiği gibi davranamazsın ki! Kimse davranamaz!
Ya onu kaybetmemek için yaptıkların? Ne kadar çok görev biçtin kendine, ne kadar kaldıramayacağın şeyi üzerine aldın ve sonra nasıl bir patlama noktasına sürükledin ikinizi de, görüyor musun şimdi? Kaybetmiyordun ki onu! Kaybetmek ne demek hem?
Neden normalde kabul etmeyeceğin şeyleri karşındakinin gönlü olsun diye kabul eder görünüyorsun? Aslında istediğin zaman pek güzel hayır diyebiliyorsun. Ama zamanında demediğin için, sonunda sesin biraz fazla gür çıkıyor olabilir mi?
Ne demiştim sana? Yerinde, zamanında ve dozunda! En sonunda dayanamadığında değil!
Bak ben sana ne diyeceğim? Gel sen kendinin en iyi arkadaşı, kendi kendinin güvenli limanı ol! Kendini gerçekten gör. Tüm değerlerini, defolarını bil. Kendini çok iyi tanı. Kendine yet. Yetiyorsun da zaten!
Sınırlarını öğren. Sınırsızlığını fark et. Düşün. Yarat. Yap, boz, bir daha yap. “Sen” beğenene, “sen” mutlu olana kadar tekrar tekrar dene.
Ne demişti hatırlıyor musun? “Kendinin keyfini sür!”
Bugünler, tüm bunları yapabilmek için çok değerli. Sonuna kadar kullan. Ağla, gül, sıkıl, eğlen…
Ne yaparsan yap sana içindeki o kısık ama aslında bas bas bağıran sesin yol göstermesine izin ver. Çünkü o ses senin sesin. Ve kendin için en iyi olanı yine sen bilirsin.
Seni seviyorum…
Müzik önerisi: Zaman Olur – Zeynep Özyılmazel
22 Nisan 2020, İstanbul

Farkettim de, aslında ben 2. karantinamı yaşıyor gibiyim. Antrenmanlı sayılırım yani…”O nasıl oluyor?” diye soracaksınız. Haklısınız. Hemen anlatayım.
Hatırlarsanız bir dönem ülkemizde arka arkaya terör saldırıları yaşamıştık. Böyle zamanlarda ilk önce müzik durur. Benim de işlerim uzun süre durmuştu. Konserlerim arka arkaya iptal oluyordu.
Eğer popüler müzik yapmıyorsanız öyle büyük paralar dönmez bizim sektörde. İşler iyi gittiğinde akıllı davranmalı ve paranızı kenara koymalısınız. Çünkü, hele Türkiye gibi bir ülkede, bir anda gündem değişebilir ve o paraya çok ihtiyacınız olur.
Yani biraz para biriktirirsiniz, sonra onu harcarsınız, sonra tekrar biriktirirsiniz falan… Anladınız siz…
İşte tam birikimimin sonuna gelmişken Alaçatı’dan bir iş teklifi geldi. 2016 Mart. Sezon da başlamamış yani. “Nasıl olacak? Dolar mı, dolmaz mı?” derken 2. programdan itibaren sahne aldığımız restoranda adım atacak yer kalmamaya başladı. O kadar kalabalık oluyordu ki, insanlar dinleyebilmek için barın üzerine oturuyorlardı. Çok güzel günlerdi…
Hem manevi olarak müthiş bir tatmin ve mutluluk yaşarken hem de ufak ufak tekrar para kazanmaya başladım. Fakat Temmuz ayına geldiğimizde aniden her şeyi değiştiren o darbe kalkışması ve tüm işlerin yeniden durması ve belirsizlik…
İşte benim ilk karantina günlerim böyle başladı. Az param var, bütün işler iptal ve bir daha ne zaman çalışabilirim belli değil… Aynı bugünkü gibi yani…
Zamanımın çok büyük bir kısmını, neredeyse mecbur ya da davetli olmadıkça dışarı çıkmadan evde geçirdim haftalarca.
Önce hemen oturup bütçe yaptım. Hayatımı devam ettirebilmem için asgari düzeyde nelere ihtiyacım vardı?
Daha sonraki günlerde hayat duruşumu da belirleyecek olan “Yeteri kadar” kavramı o dönemde girmiştir hayatıma.
İşte, Koronavirüs için evlerimizden çıkmadığımız bugünlerde, o zaman öğrendiğim ve alışkanlık haline getirdiğim şeylerin müthiş faydasını görüyorum…
Mesela…
Günün sonunda her şeyimi kendim yapabilecek büyüklükte tutuyorum hayatımı. Temizliğini kolaylıkla yapabileceğim büyüklükte bir ev gibi… O zaman da evim 2 odalı, küçük bir evdi. Şimdi daha da küçüldüm, stüdyo dairede yaşıyorum. Yardımcımın gelemediği bugünlerde işim daha da kolay…
Sahip olduğumuz her şey ilgi ve bakım ister. Eşyaların tozu alınmalıdır, kıyafetler yıkanıp ütülenmelidir vs… Ne kadar az şeye sahip olursam, o kadar az emek harcadığımı, bana daha fazla zamanın kalacağını fark etmiştim.
Arkadaş tavsiyesiyle Marie Kondo (araştırın) kitaplarını da okuyunca taşlar yerine oturdu. Artık sadece bana mutluluk veren, yeteri kadar eşyayla çevrili bir hayatım var. Ve bu alışkanlığım da bugün çok işime yarıyor.
O günlerde dışarıyla bağım kesilince (inanın arkadaşlarımı ararken tereddüt ediyordum, gel bir kahve içelim derlerse diye, çünkü bütçemde böyle şeylere yer yoktu) kendimle başka türlü bir arkadaşlık, yoldaşlık geliştirmiştim.
Kendimle kahve içiyordum, kendimle sohbet ediyordum, kendimle masa kurup başbaşa yemek yiyordum, bir kitap okuyup kendimle üzerinde tartışıyordum…
O zaman size anlatsam bunları, deli derdiniz belki, ama şimdi hiçbiriniz yadırgamıyorsunuz değil mi?
Yani, kendimin en iyi arkadaşı olmam gerektiğini o günlerde sezmiştim. Ama söylemeliyim, bugün bunu o gün olduğundan daha iyi yapabiliyorum…
Sözün özü, yeteri kadar uyumak, yeteri kadar yemek yemek, yeteri kadar hareket etmek, yeterli büyüklükte bir hayata sahip olmak insanı her anlamda hafifletiyor.
Bu düşünceyi her alana uygulayabilirsiniz. Sizin için neyin “yeteri kadar” olduğunu, yettiği yerin neresi olduğunu belirleyen yine siz olabilirsiniz ve bu da ancak kendinizle dost olursanız mümkün.
Bana göre bu devrin konusu budur… Tam da önümüz Ramazan… İyi değerlendirmeniz dileği ile…
Müzik önerisi: Sana Bana Yeter – Ajda Pekkan
10 Nisan 2020, İstanbul

Zaman Olur’a gösterdiğiniz ilgi bütün ekibi çok mutlu etti. Telefonuna, bilgisayarına nasıl indirebileceklerini soran takipcilerim için dijital platform bağlantılarını paylaşmak ve işlerini kolaylaştırmak istedim 😊👇🏻

Ve nihayet ilk şarkım Zaman Olur, 9 Haziran Cuma günü tüm dijital platformlarda yayınlandı. Erkin Arslan’ın bir akşam beni dinlemeye gelmesi ve üzerine bu şarkıyı yazması ile başlayan 10 aylık süreç tamamlandı. Ortaya çok içimize sinen bir iş çıktı. Tek şarkı deyip geçmeyin! Bakın kimlerin emeği var: