Dublin

Sosyal medya hesaplarımı takip edenler bilirler, evvelki hafta sonu Dublin’deydim. İşlerinde başarılı, yaratıcı, eğlenceli bir ekiple birlikte…
Kalabalık bir grupla seyahat oldukça zordur ancak hiçbirimiz sıkıntı yaşamadık. Önceden belirlenen programlar haricinde herkes birbirini rahat bıraktı. Gelmeyene ya da erken gidene ısrar edilmedi. Ben bu grupla her yere giderim 🙂
Tabi şimdi dönüşte de bir Dublin yazısı yazmak şart oldu ancak belirtmeliyim ki bu yazı bir şehir rehberi değildir. Sizlere bu seyahat sırasında gittiğim gördüğüm, yemek yediğim, dans ettiğim, alışveriş yaptığım yerlerden bahsedeceğim. Hani bir gün sizin de yolunuz Dublin’e düşerse diye 😉
Yedim İçtim:
Skinflint’in pizzası meşhur. Izgarada yapıyorlar. Çok çok çok lezzetli. Sandviç ve çorbaları da güzel ama mutlaka pizza yiyin. Hatta yanında da kendi ürettikleri biralardan için.
Kendi tabirleriyle, dışardan Berlin, içerden New York, kaliteli şaraplar, klasik kokteyller, özel yapım biralar ve çok iyi yemeğin karışımı bir bina. Giriş kokteyl bar, üst kat restoran. Geceye başlamak için çok iyi bir yer.
Yamamori Izakaya’nın olduğu yerde bir zamanlar Dublin’in ilk cafesi varmış. Orjinal mimari korunmuş, doğuya özgü dekor ve günümüz müziği eklenmiş. Yemekler nefis! Özellikle domuz kaburgayı şiddetle tavsiye ederim. Alt kat Japon mezelerinin de servis edildiği ve Dublin’in en tanınmış dj’lerinin çaldıkları bir bar. Yani yemek yedikten sonra dans etmek için fazla uzaklaşmanıza gerek yok.
24 senedir hizmet veren ve bir şubesi de New York’ta olan bu sevimli yer özellikle pazar brunch’ları için ideal. Ama en çok tavuk kanatları meşhur. Yemeden gelmeyin.
Avoca Esra’nın (Muslu) bir sabah herkes uyurken tamamen tesadüfen keşfettiği ve ertesi gün bizi de götürdüğü bir yer. Giriş katında daha çok mutfak ve dekorasyon eşyaları satılıyor. Alt katta önceden hazırlanıp dolaba dizilmiş yiyeceklerden ve ekmeklerden seçip ister evinize götürebileceğiniz, ister oturup orada yiyebileceğiniz bir bölüm var. En üstte ise restoran. Biz kahvaltı için gittik. Nefis yumurta seçenekleri ve kendi yaptıkları granola var. Güne iyi bir başlangıç olabilir.
Dans Ettim Eğlendim:
Yemek de yenebilen mekana biz yemekten sonra gittik. En üst kat sadece bar. Elimize kitap gibi bir menü verdiler. Merak ettiğimiz için hepimiz farklı kokteyller söyleyip birbirimizinkini tattık. Kokteyl bar ne demek ben orada anladım. Vintage dekorasyonlarıyla uyumlu son derece şık bardaklarda sundukları kokteyller bitsin istemiyorsunuz. Müziğin yüksek olmaması sohbet etmenize de olanak veriyor. Dublin’e giderseniz buraya mutlaka ama mutlaka uğrayın!
The Bar With No Name
Biz buraya cuma akşamı gittik. House müzik çalıyordu. Bir önceki akşam Acid Jazz çalıyormuş. Haftanın belirli akşamları belirli tarzda çaliyor olabilirler. Şansınızı denemeniz gerek. Dışarda sigara da içilebilmesi için bir çadır kurmuşlar. Oldukça kalabalık oluyor. Sosyalleşmek ve yeni insanlarla tanışmak için iyi bir yer. Ve ben burda şunu anladım, İrlandalılar eğlenmek için kesinlikle müziğe ihtiyaç duymuyorlar! (3 Fade Street, Dublin 2, Ireland)
The Market Bar aslında ciddi bir tapas menüsü olan bir Gastro Bar ve Tapas Restoranı. Öğle yemeği ve pazar günleri brunch servisi de varmış ve baya popülermiş ama biz üst kattaki bara gittik. Bira içip alternative rock dinlemek isteyenler için ideal.
Buldum Aldım:
Fazla alışveriş odaklı bir seyahat olmasa da evine düşkün biri olarak mutfak eşyaları ve dekorasyon ürünleri satan yerlere kayıtsız kalamıyorum. İşte keşke İstanbul’da olsalardı dediğim birkaç örnek:
Daha ilk gün, sokak arasında keşfettiğim bir yer. Harika vintage bardaklar, karaflar, gümüşler, deri koltuklar, emayeler, mutfak gereçleri ve bunların yanında doğal ürünlerden yapılmış sabunlar, kremler, mumlar. Seveceksiniz…
İrlandalı tasarımcı ve üreticilerin hem geleneksel hem de yeni teknikler kullanarak elde ettikleri ürünler. Defterlerden resimlere, bez bebeklerden eldiven ve atkılara kadar birçok tasarım bulabilirsiniz. Hatta dönüşte sevdiklerinize hediye edebilirsiniz.
Benim gibi endüstriyel dekorasyon ürünlerine özellikle de ışıklandırmalarına meraklıysanız tam size göre bir mağaza. Benim için seyahatin favorisi oldu. Objeler, mobilyalar, lambalar ve kabloları… Hangisini seçeceğinizi şaşırırsınız. 10 numara!
Gezdim Gördüm:
Liffey Nehri
Tabi ki Dublin’e gitmişken Liffey Nehri kıyısında yürüyün, şehrin simgelerinden biri olan Liffey Köprüsü’nden (Ha’penny Köprüsü) geçin. Bol bol da fotoğraf cekin 🙂
Gelmişken İrlanda’ya özgü içkilerden biri olan Jameson’ın ilk imalathanesini de görelim dediler. Olur dedim. İyi ki gittim. Zamanda yolculuk yaptım. Taaa 1700’lü yıllara gittim. Bir adamın hayallerini gerçekleştirmesine, ufacık arpa tanelerinin lezzetli içkilere dönüşümüne şahit oldum. En sonunda değişik yöntemlerle elde edilmis viskileri tadip favorimi seçtim ve harika vakit geçirdim.
Sandymount Strand
Dublin’e giderken, uçakta izlediğim filmdeki sözleri düşündüm Sandymount sahilinde yürürken… “… Bir yerden ayrıldığımız zaman kendimizden bir şeyler bırakırız. Orda kalırız. Ordan gitmiş olsak bile. Ve içimizde bir şeyler vardır sadece oraya geri dönerek bulabileceğimiz…” Eğer Dublin’de bir şeyler bıraktıysam, Sandmount’ta bıraktığımı biliyorum. Üzerinde yürüdüğüm, gözümün alabildiğine devam eden kumların birkaç saat sonra deniz olacağını bilmek hayatımın gelgitlerini öyle sağlam düşündürdü ki bana o düşünceleri, o duyguları ancak oraya tekrar geri döndüğümde bulabilirim…
FOTOĞRAFLAR: Zeynep Özyılmazel
SON FOTOĞRAF: Esra Muslu
Ne güzel yazmışsın yine güzel kızım..❤️💋💃🙏🌹
5 yildir Dublin’de yasayan biri olarak sunu soyeleyebilirim guzel secimler. Sevgiler, Nilufer
Yazinin tasarimini begendim.